25 Şubat 2015 Çarşamba

Leonardo Da Vinci Hakkında Bilinmeyenler

“Son akşam yemeği” gibi bir eseri çizen elleriyle, kadavraları parçalayarak insan anatomisi üzerinde çalışmalar yapıyordu. “Sadece damarların nasıl çalıştığının, işlevini anlayabilmek için, 10 tane ceseti açmak zorunda kaldım” diyordu Da Vinci notlarında.
Bu çalışmaları Floransa’nın faaliyet gösteren en eski hastanesi Santa Maria Nuova’ nın mahzeninde yapıyordu. Tabi daha mistik bir ortam yaratmak değildi Leonardo’nun niyeti. Mahzen nemliydi ve camsızdı. Böylece içini açıp incelediği cesetlerin daha geç çürümesini elde edebiliyordu.
Ayrıca Vatikan’ın ölülerin huzurunun bozulmasına verdiği ağır cezalardan çekindiği için gizlilik sağlıyordu bu mahzen.
Duvarlara asılmış bir kaç gaz lambasıyla ihtiyacı olan ışığı elde etmeye çalışan Leonardo’nun, açtığı cesetlerde en çok ihtiyaç duyduğu aletlerin başını uzun tırnakları çekiyordu.
Dikkat çekmemek için geceleri çalışmayı tercih eden Da Vinci notlarında: “ Dörde bölünerek, asılarak, kafaları kesilerek öldürülmüş mahkümlarla geçirdiğim gecelerden korkuyorum ” diyordu.
Bu korkunç ve karanlık geceler olmasaydı Da Vinci eserlerinde ve bilimsel çizimlerinde insanı kusursuz bir şekilde sergiliyemezdi. Kaçınılmaz, karanlık ve ürpertici olan bu çalışmalarından sonra, Mona Lisa’nın o muhteşem yüz hatlarını çizebilmişti. Bu resme Da Vinci’nin yüz hatları hakkında edindiği tecrübeler tam olarak yansıyacaktı. Bu bilgileri incelediği ölülerin yüzlerindeki kaslar ve sinirlerden edindiğini düşünürsek eğer, Mona Lisa gibi bir esere çok farklı bir açıdan bakmış oluruz.
İnsan anatomisi hakkında en önemli bilgileri cesetler üzerinde toplayan ilk bilim adamı ünvanını taşıyan Leonardo Da Vinci’nin, bugün dahi modern tıp tarafından değerlendirilen çok önemli buluşları mevcuttur.
İnsan kalbinin damarlarına ve kapaklarına varana kadar ayrıntılı çizimlerinden, yüzyıllar sonra faydalanan bilim adamları oldu. Araştırmalarının günümüzün bilim adamları tarafından dahi benimseneceğini sanki o tarihlerde seziyordu Da Vinci. Kalp ile ilgili incelemelerinden birtanesinde, kalbe pompalanan kanın bir kantara havuzu sistemiyle, tekrar vücuda sevkediği tezini savunuyordu. Kas, kemik ve sinirler hakkında edindiği bilgilerle daha da meraklanan Da Vinci artık bütün tabuları yıkmaya kararlıydı. Karaciğer, akciğer, kalp, cinsel organların ve hatta beynin bile krokisini yüzlerce kez çizmişti. Leonardo Da Vinci, insan anatomisinin atlasını çizmeye kararlıydı.
Ana rahmindeki bebeklerin resimlerini çizdiği dönemde, Papa’ya şikâyet edilen Da Vinci bir notunda şöyle yazıyordu:
“ Papa üç ceseti açtığımı öğrenmiş! “
Daha sonra şehri terk edip fransız kralının hizmetinde çalışmalarına devam ediyordu. O güne kadar görülmemiş bir araştırma aşkıyla bilimin yolunu açan Da Vinci’nin, 16. yüz yılın başlamasıyla birlikte bilim adamı kimliğiyle karşımıza çıktığını görüyoruz.
Renaissance döneminin büyük ressamı kimliğinin yanı sıra çizimleri 21. yüzyılın bilgisayar tomografilerini andırıyordu. Bu eserleri sanat severler tam olarak anlayamıyorlardı, zira bir kolun veya omuzun çeşitli açılardan, kimi zaman damarları, kimi zaman kasları, kimi zaman kemikleri ve kimi zaman da hepsini birden ön plana çıkararak defalarca çizmesinin Rennaissace döneminin resim sanatıyla hiçbir alakası yoktu. Fakat 20. ve 21. yüzyılın cerrahları, orthopedi doktorları, fizikçileri bu çizimleri görür görmez ne anlama geldiklerini çözüyorlardı. Şaşkınlıklarını gizlemeden şu soruyu soruyorlardı:
“1452 yılında ortadoğulu ( muhtemelen arap ) bir hizmetçi anneden doğan bu mükemmel beyin kim”
Kusursuz takip, inceleme yeteneği ve merakı bilim aşkıyla birleşince ortaya böyle büyük, dahiyane bir düşünür çıkıyordu. Saatlerce, günlerce uçuşlarını incelediği, takip ettiği kuşlardan sonra tutup bir uçuş makinesinin planını ( krokisini ) çizebiliyordu Da Vinci. Bu planları 600 sene sonra hayata geçirilmesiyle birlikte, gerçekten uçabilen insanların olduğunu anımsayacak olursak Da Vinci’nin nasıl bir beyine sahip olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Yine aylarca kıyısında dolaştığı nehirleri inceledikten sonra, suyun akışını ve engellenmesi halinde nasıl davrandığını tespit eden Leonardo, su kanalıyla enerji elde etmenin yolunu buluyor ve bunları kâğıda aktarıyordu.
Doğayı, güncel hayatı ve çevresinde olup bitenleri, en ince ayrıntılarıyla bir objektifin keskinliği ile yakalayabilen Da Vinci çeşitli bilim alanlarının arasındaki paralelleri tespit ederek sorularına yanıt arıyordu. Herzaman aradığı yanıtları bulamasada, yılmadan soruyor, araştırıyor ve inceliyordu. Diğer bilgelerin orta çağ döneminin bitmesiyle, Avrupa’yı kasıp kavuran veba hastalığının ve yeni bir döneme geçiş olan bu yılların getirdiği soruların cevaplarını Kilise’de, İncil’de ararken, Da Vinci kendi incelemelerinde, araştırmalarında buluyordu aradığı cevapları.
1453 yılında Konstantinopel’in düşmesiyle birlikte, ekonomisi globalleşen Avrupa’da fırsatları iyi değerlendiren çok kısa sürede zengin olabiliyordu. Aynı süreçte iflaslar da sıkça görülebiliyordu. Paralı askerler ülkede terör estirirken, kilise gün geçtikçe otoritesini yitiriyordu. Matbaaların icadıyla yeni bir iletişim imkânına kavuşan insan, kilisenin klişeleşmiş dua ve söylemlerinden bıktığını hissediyordu artık. Collombus Amerika’yı keşfederken, cep saatleri icat ediliyor ve artık insanın zaman ve mekân anlayışı değişmeye başlıyordu.
Bu yeni dönemin motoru olarak kabul edilen unsurlar şunlardı: Tıp, teknik ve doğabilimi.
Felsefi açıdan ise Platon, Cicero ve Vitruf’un yazıları yeniden ele alınmaktaydı.
İşte tam bu dönemin çocuğu olan Da Vinci, önemsiz bir annenin gayrı meşru oğlu olmaktan kurtulup, İtalya’nın, hizmetleri en çok aranan bilim adamı ünvanını elde ediyordu. Papa’ile arasının açılmasının ardından Leonardo fransız kralının yanında yerini alıyordu.
Ressamlığın ötesindeki Da Vinci’nin kimliği ve onunla ilgili diğer notlar:
-Aklına gelen herşeyi not eden Leonardo Da Vinci’nin ardında bıraktığı sayfaların onbinin üzerinde olduğu tahmin edilmekte. Şu anda bulunan evrakın sayısı altı bindir.
Dünyanın dört bir yanına dağılan yazıları zorla toparlanan Da Vinci birde ters yazıyormuş. Yani yazılarını aynaya tuttuğunuz zaman okunabilinmektedir. Bunun sebebi halâ anlaşılmamıştır.
- O nun tam adı: Vinci’li Piero’nun oğlu Leonardo anlamına gelen Leonardo Di Ser Piero Da Vinci’dir
-Vejeteryan ve pasifist ( silah ve savaş karşıtı ) olan Da Vinci’nin askeriye için icat ettiği silahları ve araçları meşhurdur.
-İnsanın üremesiyle alakalı girişimlerini iğrenç olarak niteleyen Da Vinci hakkında, 500 yıl sonra Sigmund Freud bir analizinde onun frijit olduğunu söyleyecektir!
-Hayatında üç kere 30, 50 ve 60 yaşında yaşantısına çeki düzen vererek yeni başlangıçlar yapar.
- Sekiz kere ikametini değiştirir ve iki kere yaklaşan düşman karşısında firar eder.
-9 Nisan 1476’da üç arkadaşıyla birlikte sodomist ( eşcinsellik ) suçlamasıyla mahkemeye sevkedilir. Suçları 17 yaşındaki Jacopo Saltarelli ile cinsel ilişkiye girmektir. Mahkeme delil yetersizliğinden dolayı düşürülür. Bu kararda babasının saygınlığının da rolü olduğu sanılmaktadır.
-Leonardo’nun en çok şevkat gördüğü kişi, amcası Francesco’dur.
-Da Vinci’nin kendini nasıl gördüğünü, kendi çizdiği portresinden görebiliyoruz. Mucid tipli, uzun saçlı, sevecen bakışlı, gözlerinde gülücük kırışıklıklarıyla, aslında ton ton, alim bir amca.
-Da Vinci tipik sanatçı kıyafetleriyle tanınmaz. O daha çok saraylıların giydiği kıyafetlerle dikkat çekmiştir. İpek gömlekleri, kırmızı uzun pardösüleri ve daima taranmış saçlarıyla bilinir.

Sait Faik Abasıyanık

23 Kasım 1906'da Adapazarı'nda dünyaya geldi. İstanbul'da 11 Mayıs 1954'te sirozdan yaşamını yitirdi. İlköğrenimini Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi'nde yaptı. İki yıl Adapazarı İdadisi'nde öğrenim gördü. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ailesi İstanbul'a yerleşince İstanbul Sultanisi'ne girdi. Onuncu sınıfta bir öğretmene yapılan şaka yüzünden sınıfı dağıtılınca Bursa Erkek Lisesi'ne geçti, 1928'de buradan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde bir süre eğitim gördü. Ekonomi öğrenimi için İsviçre Lozan'a gitti. Kısa süre kaldı ve Fransa'ya geçti. 3 yıl Fransa'da Grenoble'da yaşadı. Eğitimini yarım bırakarak 1933'te İstanbul'a döndü. Kısa bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı. Babasının desteğiyle girdiği ticarette de başarılı olamadı. Daha sonra hiçbir işle uğraşmadı. Geçimini babasından kalan mirasla sürdürdü. Yaşamını Şişli'de Bulgar Çarşısı'ndaki apartman ve Burgaz Ada'daki köşklerinde annesiyle geçirdi.
Şiir yazmaya İstanbul Sultanisi'ndeki öğrencilik günlerinde başladı. Öyküye Bursa'daki öğrencilik zamanında geçti. İlk öyküsü "Uçurtmalar" 9 Aralık 1929'da Milliyet gazetesinin sanat sayfasında yayınlandı. 1934-1940 arasında Varlık, Ağaç, Servet-i Fünun, Uyanış, Ses, Yeni Ses, Yaprak, Yenilik gibi dergilerde yayınlanan öykülerinle tanınmaya başladı. Sait Faik ilk ürünlerini ortaya koyarken, Türk öykücülüğünde durum şöyleydi: Bir yanda Ömer Seyfettin'in "milli hikayecilik" etkisi sürüyordu. Refik Halit Karay'dan F. Celalettin'e uzanan gülmece ağırlıklı "fıkra-öyküler yönelimi" vardı. Sabri Ertem ve Sabahattin Ali ile yerine oturan "gerçekçi yönelim" ve Memduh Şevket Esendal'ın içten ve yalım anlatımı. Sait Faik bu ortamda ilk öyküleriyle gözlemci bir yazar olarak belirdi; ama kısa sürede öyküyü olaydan sıyırmaya yöneldi. Bu yönelişinde onun gerçeği ya da durumu bir anlatıcıdan, kendi "ben"inden geçirme eğiliminin de büyük payı vardı. Bu, öykülerinde doğal bir öznelleşme süreci hazırladı. O "ben" evrensel bir insanlık duygusunun odağı olduğu için, insanlığın tüm çelişkilerini, bunalımlarını öyküsünün temeline yerleştirdi. Ona göre her şey insanı sevmekle başlar. İlk dönem ürünü öykü kitaplarında Adapazarı ile İstanbul'daki çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlattı.
Sonraki yapıtları giderek bir şiirsellikle doldu. "Lüzumsuz Adam", "Mahalle Kahvesi", "Havada Bulut" gibi eserlerinde esnaf, işsizler gibi dertli insanlara, toplumun acı çeken kesimlerine yöneldi. "Kumpanya" ile öykülerine giren karakterler arttı. Gezgin tiyatro topluluğu, cambazhane çalışanları, emekli miralay, Galata, Samatya, Yedikule'deki deri işçileri, meyhaneler, sabahçı kahveleri, çımacılar, garsonlar. "Son Kuşlar"da bir tür düş kırıklığı hissedilir. Sait Faik, toplumsal düzenin çirkinlikleri, sahtelikler, adaletsizlikler karşısında direnen insanın yalnızlığını keşfeder. Sonraki kitaplarında bu karamsarlık artar. "Alemdağda Var Bir Yılan"la gerçeküstücülüğe yöneldi. Hikayedeki konu ve olay akışını iyice ortadan kaldırdı. Öykülemeyi ruhsal değişiklikler yoluyla yaptı. Gerçeküstücü öğelerle kişinin yalnızlığı ve bunun yarattığı acıları irdeledi. Öykü, roman ve şiirlerini yaşamın hakkını vermek için yazdı. Sürekli kullandığı ana tema yaşama sevinci oldu. Sıradan insanlar, işsizler, hamallar, balıkçılar, sokak kadınları, kimsesiz çocuklar, emekçiler ve küçük burjuvalar onun insanlarıdır. O bu insanlarda evrensel insanı yakaladı. Aynı zamanda bir İstanbul öykücüsüdür. Doğa güzellikleri karşısında başı döner. Toplumsal sorunlar onu bireysel planda bir hayıflanmaya sürükler. Böyle anlarda karamsar bir tablo çizer. Toplumsal çelişkiler karşısındaki tavrı öfke, yenilgi ve kaçış olur.
Ölümünden sonra Burgaz Ada'daki evi müze haline getirildi. Annesi "Sait Faik Hikaye Ödülü" oluşturdu. Çağdaş edebiyata katkılarından dolayı Amerika'daki Uluslararası Mark Twain Derneği'nin onur üyeliğine seçildi. 

8 Şubat 2015 Pazar

Yunan Mitolojisi' nde Sentor


  Yunan Mitolojisi'nde yarı insan ve yarı at bedenli düşsel varlıktır.Yunanlara göre sentorlar İksion'un oğullarıydı. Homeros'a göre ise Tesalya'da yaşayan karşı koyulmaz bir güce sahip olan vahşi bir kavimdir.Genellikle kaba ve kötü yaratıklar olarak bilinirler. 
 Efsaneler 
   Sentor efsanesi at sırtında savaşa giden savaşçılardan gelmektedir. Sentorun sureti görenlere çok farklı ve ürkütücü gelmektedir.  Sentorların varolup olmadığı ile ilgili tartışmalarda varlığı yönündeki en önemli kanıt yine Yunan kaynaklarından gelmektedir. Sentorların; Türkler olduğu konusunda bir dizi araştırmalar yapılmıştır. Mitolojik efsanelerin anlatıldığı dönemde atın evcilleştirilmesi ve hakimiyeti konusunda Orta Asya halkları oldukça üstünlerdi, Türklerin Orta Asya'dan Batı'ya gerçekleştirdikleri seferlerde bu yakıştırmalara haiz olmuşlardır. Türklerin olağanüstü at binme yeteneklerinin yanında at binerken kılıç kullanma, isabetli ok atma yetenekleri bunun sebeplerindendir. Atın hızlı hareketi sırasında at kafasını mümkün olduğunca öne eğer, uzaktan sadece atın bacakları ve üzerinde savaşan er görünürdü. Bu da mitolojide sentorların doğuşunda etken olmuştu, Yunan mitolojisinde sentorlar savaşçı, savaş yetenekleri gelişmiş, güçlü yaratıklar olarak tasvir edilmiştir. 
    Sentorler arasında en ünlüleri NessosHironFolosEvritiyon'dır. Hepsi Herakles hikâyelerinde geçmektedir. İleos ve Roitos ise, Atalanta'ya saldırı girişimi sırasında Meleager tarafından yok edilmişlerdir.




Zeytinburnu'nda bulunan Sentor İskeleti, Arkeoloji Müzesine kaldırıldı.
30 Mayıs 2012 tarihinde kentsel dönüşüm çalışmaları çerçevesinde zemin kazısı yapılan Zeytinburnu'ndaki bir binanın bahçesinde bulunan bir sentor iskeleti Kültür Bakanı' nın talimatı ile Arkeoloji müzesine kaldırıldı
Bakanlık yetkilileri, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yaptıkları basın toplantısında; Zeytinburnu'nda bulunan iskeletin incelenmesi için UNESCO'dan uzman istenildiğini, bulunan iskeleti kazı yerinde bırakmanın risklerinden dolayı da müzeye kaldırılmasının kararlaştırıldığını, ancak henüz bir süre daha, ziyaretçilerin alınmadığı bir odada korunmasına karar verdiklerini açıkladılar.

Amblemler



                                                                             AUDI: 

Amblemdeki dört yüzük araba birliği için bir araya gelip ittifak kuran dört firmayı simgeliyor. Audi ismi, firmanın eski yöneticilerinden olan mühendisAugust Horch tarafından verildi... Markaya kendi ismini vermeyen Horch, Latince'deki karşlığı olan Audi'yi buldu.


                                          


                                                                          TOYOTA:Japon firmanınn kurucusu Kirchiro Toyoda, 1937 yılında üçlü elips kombinasyonu ile güçlü markasının amblemini oluşturdu.Elipsler, araba ile müşteri arasındaki sıcaklığı, ekip ruhunu ve modernizasyonu temsil ediyor. 

Mauritius

Mauritius ya da resmî adıyla Mauritius Cumhuriyeti Hint Okyanusu’nun güneybatı kısmında yer alan ada ülkesi.
St.Brandon, Rodrigues ve Agalega Adaları da Maritus Cumhuriyeti’ne dahildir. Maritus, coğrafî olarak Hint Okyanusu’ndaki Maskaren Adaları’nın bir parçasıdır.
Başkenti Port Louis’dir.

Adaya 16. yüzyılın başlarında ilk olarak Portekizliler adım atmıştır. 18. yüzyılda ise, Fransızlar tarafından işgal edilmiştir.
Ünlü Hindu tapınağı Maheswarnath buradaki Triolet kasabasındadır.
Ayrıca 17. yüzyılda soyu tükenmiş olan Dodo’nun son yaşamış olduğu alan Mauritius’tur.

HARRY POTTER VE SIRLAR ODASI (HARRY POTTER AND THE CHAMBER OF SECRETS)

Harry ve Ron'un Şamarcı Söğüt'e arabayla çarptıkları sahnenin çekimi için 14 adet Ford Anglia parçalandı.
 Çekimler sırasında ev cini Dobby'nin sahnelerinde bir sopanın ucuna monte edilmiş bir top kullanıldı. Dobby, daha sonra dijital ortamda bu sopanın yerine yerleştirildi.
 Harry'nin Müdür Dumbledore'un çalışma odasına girdiği sahnede tarihin en ünlü büyücü portreleri arasında Gri Gandalf'ın portresi de bulunuyor. Portre, Harry'nin hemen sağında.
 Bay Weasley, kitapçıda Granger ailesiyle sohbet ederken ''Diğer muggle'ların sizden korktuğunu öğrendim'' diyor. Bu diyalog, kitabı okumamış olanlar arasında anlaşılmamış. Hermione'nin anne ve babası Granger'lar, karı-koca ''diş hekimi''dirler.
 Yönetmen Chris Columbus'un dört çocuğu da bu filmde rol aldı. Eleanor Columbus Susan Bones karakterini, Brendan Columbus çalışma odasındaki erkek çocuğu, Violet Columbus çiçek taşıyan küçük kızı, Isabella Columbus ise kitapçıdaki küçük kızı canlandırdı.
 Weasley'lerin arabası, bir Ford Anglia'dır. Bu araç, yazar Rowling'in gençken en yakın okul arkadaşıyla birlikte kullandıkları araçla aynı model ve renkte.
 Filmin kapanış jeneriğinde Hannah Abbott karakterinin ismi Hannah Hufflepuff olarak yazılmış.
 Richard Harris, filmin gösterime giriş tarihinden birkaç hafta önce hayata gözlerini yumdu.
 Senaryonun son sahnesinde Hermione'nin Harry ve Ron'a sarılması yazılıydı. Ancak çekimler sırasında 11 yaşında olan Emma Watson, tüm çekim ekibinin önünde oğlanlara sarılmaya utanınca, yönetmen Chris Columbus sahneyi değiştirdi. Emma, önce Harry'ye sonra Ron'a sarılacaktı. Fakat Emma yine utandı. Sorun, Harry ile kucaklaşma, Ron ile el sıkışmayla çözüldü.
 2002 yılında bu filmin gösterime girmesini sabırsızlıkla bekleyen pek çok Harry Potter hayranı, sırf Harry Potter fragmanını izleyebilmek için ''Scooby Doo'' filmini izlemeye gittiler.
 Mızmız Myrtle'ı canlandıran Shirley Henderson, bir Hogwarts öğrencisini oynayan en yaşlı oyuncuydu. Yaşı 37'ydi.
 Lockhart'ın fotoğrafçıya poz vermek için profilini gösterdiği sahnede geri plandaki raflarda kırmızı ciltli Harry Potter kitapları görülüyor.

Kafka - Dönüşüm

* “Dönüşüm” Kafka’nın 1912 yılında oluşturduğu ve tüm eserleri içinde belirleyici yere sahip bir hikâyedir. Daha sonra bu hikâye 1915 yılında “Beyaz Sayfalar” adlı dergide yayımlanmıştır. Aralık 1915’te de kitap olarak “En Erken Gün” adlı yazı dizisinde Kurt Wolff tarafından yayımlanmıştır.
* Birinci bölüm: Gregor Samsa günün birinde kötü kâbuslar görerek uyanır ve kendisini insan büyüklüğünde bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Bu dönüşümle birlikte bütün hayatı alt üst olmuştur. Her zamanki gibi kalkıp işe gitmek ister, fakat bunu yapamaz, artık normal bir insan değildir, bu haldeyken çalışamayacağını anlar. Bütün ailenin de ekonomik yükü Gregor’un üzerindedir. Gregor böceğe dönüşünce onun yerine artık babası çalışmak zorundadır.

* İkinci bölüm: Gregor’a tek yakın kişi kız kardeşi Grete’dir. Çünkü onun konservatuarda okuması için elinden gelen her şeyi yapmıştır Gregor. başlarda böceğe dönüşmüş ağabeyi ile çok iyi ilgilenir, fakat ilerleyen bölümlerde ilgisi azalır; ona eskisi gibi iyi bakmamaktadır, odasını temizlememektedir, eskisi gibi güzel yemekler getirmemektedir. Gregor’un durumu gittikçe kötüleşir. Odadayken üstüne bir şişe düşer ve Gregor, yüzünden ağır bir şekilde yaralanır; daha sonra sinirlenen babası ona bir elma atar ve tekrardan ağır bir şekilde yaralanmasına neden olur.

* Üçüncü bölüm: İlerleyen aylarda Gregor yüzündeki ve sırtındaki ağrılarla yaşar, neredeyse hiçbir şey yemez. Ailesi onu artık tamamen gözden çıkarmıştır. Haliyle aile, Gregor da çalışmayınca finansal problemler yaşar ve eve üç kiracı almaya karar verir. Gregor da ailesinden tamamen kopmuştur artık, onlara katılmaz, sadece akşamları odanın kapısı aile üyeleri toplandığında açık bırakılır, böylece Gregor kendisini yalnız hissetmez.

* Günün birinde odanın kapısı açık unutulur, dışarıdan gelen müzik sesini duyan Gregor odadan çıkarak müziğin geldiği odaya doğru ilerler; tam o sırada kiracılardan bir tanesi Gregor’u fark eder ve aileyi bu olayı herkese yaymakla tehdit eder ve evin kirasını da ödemez.

* Gregor artık ailesi tarafından tamamen istenmediğini anlar ve o günün sabahında ölü bulunur. Ölüsü ise hizmetçi tarafından ortadan kaldırılır.